Hatice ALTUNAY ÖDÜLLÜ YAZISI SES VER KANLI SIRT

          KÜSADER’İN DÜZENLEDİĞİ 100  YIL ÇANAKKALE ÖYKÜ YARIŞMASINDA MANSİYON ALAN ÖYKÜM                                                                                                                                                                                                                                    
                                                       

                                               SES VER KANLI SIRT
     “  Çanakkale deyince neden yüreciğim  oynar  yerinden. Bambaşka dünyalara dalar gibi derinlere dalar da çıkamam ben.”dedi  Nurhayat . Nurhayat benim kapı komşumdu. Onun da içine Çanakkale sızılı köklerden bir parça düşmüştü.Nurhayat’ın kurduğu bu cümlede aslında hepimizin  köklerinden bir saçağın Çanakkale’ye gittiğini, karada ve denizde savaştığını anlatılan destansı  hikayelerden biliriz.
      Çanakkale Boğazındaki amansız mücadeleyi onu çevreleyen sırtlarında görmeniz mümkündür. Ben nineciğimin dizinin dibine oturup bana anlattığı Çanakkale’yi anlatacağım size. Ondan ne çok açlık ne sefalet öyküleri dinledim. Onun için elimin altındaki her ne ise götürüp de çöpe atamam. Mutlaka ihtiyacı olanı bulurum. Bağışlayın beni okurum asıl konumuz Çanakkale. Rahmetli ninemin bana anlattığı kocaman yüreklerin sesinden bir kıvılcımdır. Onun anlatısından Çanakkale’yi yazacağım.
     “Hey gidi günler… Seferberlik bi uzadı bi uzadı gadın gızım.Cavır boğazımıza dayanmış  didiler. Erlerimiz askere çağrılıyı hep. Askere gidenimiz evine dönemiyo .Beş yıl,on yıl bile sürüyo  askerlik.Giden gelir diye ummazdık.Gidenlerden dönen ya sakat ya dermasızdı.”
  “ Savaş yıllarında aklı başında genç kızdın değil mi nine o günleri hatırladığına göre?”
“Dokuz on yaşlarında vardım. Köyde bıyığı terleyenler gız bakardı anaları. Ha köyde erkek mumla aranırdı. Çelik çomak oynayan oğlan çocukları baş göz edilmeye çalışılırdı.”
Baktım ninem hayat hikâyesine dalacak. Hemen konuya döndürmek istedim onu.
“Çanakkale’yi anlatıyordun .” dedim
“Ah Çanakkale erlerimizi kınalı gelin verdik o topraklara. Cepheden sakat gelirse erlerimiz gursağımızdan sevinirdik. Cepheden haberi köyde dolaşan çığırtkandan alırdık. Askere gidip gelmeden evlenmezdi erlerimiz arkada burnu sümüklü, gözü yaşlı bırakmayalım diye. Biz üç gız gardaştık. Biri sıtmadan öldü iki gardaş anamın ellerine kaldık. Babam gitti uzun askere dönmedi, öldü mü kaldı mı haberi de gelmedi.”
Durdu havayı koklar gibi bakındı etrafına.
“Ne anlatıyodum ben.”
“Çanakkale’ye gideni anlatacaktın nine?”“Anlatayım evladım anlatayım. Dayım askere çağrılı. Askerlik pusulası Çanakkale’ydi. Ayaklarına, ellerine, saçına kına yaktık ailecek çokuştuk da..Hep bir ağızdan “Vatan için …”dediler.” “Vatandır vazifen hakkımız yerden göğe helal olsun! “ dediler. Tüm köyle, akrabalarıyla helalleşip vedalaştı.”Gözün arkada kalmasın. Biz başımızın çaresine bakarız. Birbirimize kol kanat gereriz. Yolun açık olsun.”dediler. Ardına bakmadan küçük bir valizle gitti dayıcığım.”
Durdu gözlerini ovdu biraz. Karşıya dik dik baktı nineciğim.
“Sonra ne oldu? Gidenler geri döndü mü?” dedim.
“Çanakkale’de böyük bi çarpışma oldığını duyuyodık.Göylük yerde gazete mazete yok olsa bile okumamız yazmamız yok.Iradyo gasabalarda vamış.Oraladan birileri geldiğinde biz de duyuyoduk.Ah gadın gızım ah ne gıtlık ne sefalet günleriydi.Köyde sağlam erimiz galmamıştı.Tarla taban ,bağ bahçe ,hayvan haşat biz gadınların omuzlarına kalmıştı.Dua ediyoduk aman hayvanlarımıza ölet gelmesin.Sığır,sıpa,katır,eşek ,at, öküz bizim canımız,iş görenimiz…Öküzle garasaban sürerdik. Harmanı onunla döverdik. Ah gara öküz ah gözlerimizin önünde yalvarır gibi baktı ve öldü bi içime battıydı.”
Ninem hızını alamayıp sefalet günlerini bir bir anlatacak diye ödüm sıdıyordu.Başka yola sapmadan:
“Dayımız döndü mü Kanlısırttan?”   dedim. Yüzüme baktı .
“Çanakkale Boğazından “diye düzelttim.
“Mustafa  adlı yarbaydan söz ediyolardı.On yıl olmıştı. On yılın adı va umudumuzu çok gesmişdik.Ayda bi sefer üniformalı bayraklı birileri köyde avazı çıktığı kadar bi boru ile bağırırdı.Şehit düşenleri,cepheye ihtiyaçları sölerdi.Çoluk çocuk kulak kesilirdik.Bazı günler yaralı,sakat ,şehit haberleri çığırtkanla düşerdi göye üzüntü.İçimizde azıcık umut alavlanır ve hemencik sönerdi.Bağ bahçe,sığır sıpaya dalıp giderdik işe vurardık gendimizi.Onı her andığımızda cigerimiz yanardı.”
    “  Güz ortasıydı. Susam gümüllerini dikiyo ve darıları tarladan gırıp goca köfünlere dolduruyoduk.Eve döndüğümüzde tokat gapısını  açık buldık.Tarlalardan getirdiğimiz yükleri atıp  eşeğin semerinden yükleri indirdik.Akşam garaltısı hayatta bi karaltı va.Uzaktan seçemedik iki gardaş birbirimize sarılıştık.Anamın ağzı kıpırdıyo ve gölgeye doğru yürüyodu.Sonra bi gardaşım diye bir ses duvarları deldi gitti. Biz de bir koşu hayata girdik. Bizim yaklaştığımızı gören dayımız ayağa kalkmaya çalıştı, sendeledi.Yere düşecek gibi olan değneğine dayandı bi kolu yerinde yoktu boş kol ay ışığında mintanın kolu hafifçe sallanıyordu.Anam durup durup
“Gardaşım benim “ deyip deyip sarılıyordu. Dayım sendeleyince goluna girdi. Köşke oturttu.
“Dayıcığım” sesleriyle hayat çınladı. Umudumuzu gestiğimiz biricik dayımız dönmüştü ya varsın sakat olsındı.Ayağındaki postallara yapışan kırmızı topraktan çamur bizim toprakların çamuruna benzemiyodı.Şehit ganlarının sulandığı toprağın çamuruna evire çevire bakdık.Anam gardaşını  o gün bize bırakmadıydı. Biz de iki gardaş birbirimize sarılıp uyudık.Çok şükür dayımız geldi başımıza. Hepimizin yüzü gülüyodu. Ondan güç aldık.Bi kolu olmasa da ayağı aksıyor olsa da onun varlığı bize yeterdi. Babamız Balkan savaşında şehit düşmüştü.Anam dayımın gırmızı topraklı,çamurlu postallarını yıkamadan kutsal bi emanet gibi galdırmıştı. Eski ağzı açılmış çarıkları indirmişti kapı aralığına. Ona köyde Gazi Hasan diyodu herkes.Köyde herkes başka bambaşka selamlıyodu dayımızı.”
    “ Sabahı bekledik. Sabahları hep sabırsızlıkla bekledik. Akşamları erken yatılıyodu kör lambanın ışığı kısılıyordu.Gaz olmadığı zaman çıranın ışığında işler tamamlanıp uzanılıyordu yatağa.Dayımız evimizin direği en büyük yardımcımızdı.Ufak tefek işleri yalpalaya yalpalaya görüyodu. “dedi.özlemle burnunu çekti.
“Sonraki günlerde hiç mi anlatmadı cepheyi Conkbayır’ı,,Alçıtepe’yi… “ dedim.
“Dayımız bize masal mı anlatacakdı Çocukluk merakı işte!...Hiç de öyle olmadı gadın gızım biz sorduk o sustu.Biz inatla sordıkca o :
“Barut,duman…Yaylım ateşi. Mevzi … Siper…Cephe, cephane...Duyuyorduk 19 Tümen gomutanı Yarbay Mustafa Kemal’den güç alıyoduk. Bir garış toprak için canımızı siper ediyoduk.”diyordu.Silah arkadaşlarının acısını,cephenin sesini duyuyo geceleri uyku durak tutmuyodu”
“Kesik kesik  dökülüyordu ağzından kızılca gıyamet.Biz çocuk aklımızla savaşın ne gorkunç bi şey oldığını,  çokdan  anlamışdık.”
“Sonra normal hayatınız oldu yani..”
“Nasıl olcak Dayımın ağzı bıçak açmadı.Sustu daldı gitti,bizi bile duymadan yaşadı ;yalnızca nefes aldı. Bi gaç kez gitmeye yeltendi işe yararım diye çırpındı durdu. Evimizin Karabaş’ı gibi evi beklemek ,ufak tefek işleri görmek onu hiç mutlu etmedi. Ne zaman sokaklarda ay yıldızlı bayrağımızı gördü yüzü güldü, bayram etti; gözleri ışıl ışıl oldı.
“Çok şükür vatanımız düşmana teslim olmadı!.Çok şükür bayrağımız yere inmedi!.Çok şükür boynumuz bükülmedi. Çok şükür!...Çok şükür!..”
      Ninemin bana Çanakkale öyküsünü anlattığı zaman onunla birlikte egenin bir köyünde yaşıyordum; liseyi okuyordum. Söz verdim nineme Çanakkale’yi mutlaka görecektim. Üniversiteyi Marmara Bölgesinde okuyunca daha kolay oldu görmem. Harçlıklarımı biriktirdim.(pamuk çapası, pamuk toplaması…) Arkadaşlarımla birlikte Mayısta Çanakkale’ye gittik. Çanakkale sert rüzgârıyla karşıladı bizi. Önceden tedariklediğim şalımı üşüyen kulaklarıma ve burnuma doladım. Şehitlikleri gezerken içim ürperdi.
Bağımsızlık şairinin“Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı./Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.”dizelerinde Arıburnu,Conbayır’ı,Anafartalar, Seddülbahir,Kirte, Kerevizdere,Zığındere,Kocaçimen tepesi’ni hayal ettim.Çanakkale savaşlarından kalanların sergilendiği müzeyi gezdik.Müzeyi yalnızca gezmedim .Ruhumun içinde gezinen bir sesi derinlerde duydum.“Boşuna kazanılmadı bu zafer bak iyice bak ruhumuzun içine…” der gibiydi savaştan arta kalan tüfek, mermi, çahşır, göynek,kütüklük,tuman,mintan,kaftan ,matara,postal,potur,kurşunla delinmiş saat,şarjör,mitralyöz,Türkleri çokça öldürmeyi hedefleyen yıldız biçimli kesiciler, kama,,paslanmış çatal kaşık,çömlek ve arta kalan kalıtlar…    
 Çanakkale sırtlarında mermi izlerini görmek; çarpışmanın dehşetini gözler önüne seriyordu. Mermiyle çarpışan mermiler canlı bir tarihti. Çarpışmanın alanındaki taşlar fısıldıyordu savaşın yankısını… Büyük dayımın izleri nerelerdeydi diye arandım durdum. Her yere ayağımı sürdüm. Her yer… Çanakkale’de her yer diye her yere gözlerimi, yüzümü sürdüm. Arkadaşlarım yemek dediler ben gezmek dedim. Açlığımla gezdim şehitlikleri. Onlar aç kaldılar yılmadılar diye açlığımı susturdum da gezdim. Nineme anlattım Çanakkale gezimi. Gözleri doldu. Yüzümü okşadı Beni birkaç kez kucakladı. Birilerinin yerine kucakladığını anladım.
“Bir garış toprak için canını seve seve verdi bu memleketin askeri sakın gızım aşını, işini beğenmemezlik etme! Kimseyi hor görme, küçümseme! Olur da eline çok para geçerse kibirlenme zayıfa, muhtaca yardım et! Öğretmen olursan yoksulun çocuğunun elinden tut!”
          Ninem uzun yaşadı canlı tarihimdi benim.Öğretmen olduğum yılları gözleriyle gördü.Yaşam enerjisini ve yardımseverliğini bana aşıladı ve sonsuza göçtü.Ondan bana kalan tutumlu olmak,israftan kaçmak yaşam özütümdü.Elime bir ekmek kırığı geçse “Çanakkale ve Kurtuluş savaşları ve yokluk “açlık öyküleri gelirdi usuma kuşları,karıncaları düşünürdüm.. Çöpe ekmek atarsam kolumu kaybedeceğimi düşünürdüm, atamazdım. Yirminci yüzyılın mızmız çocuklarının yemek konusundaki dayatmalarını düşünürdüm, üzülürdüm. Çanakkale’ nin ruhunu görmek gerek diye düşünürdüm.
      Şimdi ne miyim? Öğretmenim Tarih benim alanım değil demiyorum anlatıyorum. Çanakkale’yi, Atatürk’ü. Atamızın tüm nutuklarını okuyorum; yorumluyoruz birlikte. Her sorunda,her çıkmazda nasıl bir yol izlenecek açıkça belli diyorum.Puslu,paslı haritalar serilse de önümüze Atatürk’ün genci kazanılmış toprakların değerini biliyor ;baş kaldırıyor yozluğa,yobazlığa”.Kürdü,Lazı, Çerkezi,Arnavudu ve..nicesi kenetlendi birlik olup vatanına,  topraklarına sahip çıktı.İçimizdeki yeşil yılanlar sarınca etrafımızı içimize nifak tohumları sokuluyor.Dündeki tarihi az okuyunca algı çöküyor;iç ve dış düşmanlar fırsat kolluyor uyanık olalım!”diyorum.
        Öğretmenim “Gidin yolunuz Çanakkale’ye düşerse demiyorum. Yolunuzu mutlaka Çanakkale’ye düşürün! .Adı :Ömür olan tarih orada!.Bağımsızlık tarihinin ilk kıvılcımı orada!.“Şeytanın kirli sofrasına oturmayınız. Bir tarih ,bir ömür,bir toprak orada!.İbretlik bir ders orada!”.diyor içimdeki ses”.Sen hala duruyor musun orada?”diyor yanımdaki ses.Nurhayat.Hiçliği yokluyorum;varlığıma gülümsüyorum  


  Hatice ALTUNAY -KHA

Hiç yorum yok:

saygı ve iyi nıyetli açıklama niteliği taşımayan yorumlar yayınlanmıyacak tır

YENİ GÖNDERİ

recentposts1

POPÜLER GÖNDERİLER